Vizyon tabanlı düşünmek

Vizyon tabanlı düşünmek

Vizyon sahibi olmak kadar vizyonu doğru ve etkili şekilde açıklamayı da vizyon edinmek lazım. Aksi halde, vizyon kelimesini klişe haline getiren şirketlere benzersiniz. Belki de bundandır niceleri için bu kelime plaza dili olarak kalmış ve temsil ettiği manayı da insanların dimağlarından alıp gitmiş. Halbuki kararsızlık denizinde boğulan insanların hayatlarına farklı seviyelerde anlam katacak, insanın zamanını ve kaynaklarını doğru kullanması ile varmak istedikleri hedeflerine ulaşmalarına yardımcı olacak önemli bir sırrı barındırıyor vizyon kelimesi. Kimileri vizyonu çok soyut bulduğundan misyon kelimesini kullanmayı tercih ediyor, kimileri ise sadece hedef demekle yetiniyor. Hangisini kullanırsanız kullanın, ama vizyon kelimesi benim için daha kapsamlı bir manayı barındırıyor. Uzun bir tanım yapmak istemiyorum. Sadece vizyon ile düşünmek size neler kazandırabilir, bunu anlatıp, manasını formüle etmeyi size bırakacağım. Ne demek olduğundan diye neler kazandırdığı daha önemli.

İnsanların çoğunun reaksiyoner varlıklar olduklarını görüyorum. Yani acıktıkları zaman yemek yiyen, yoruldukları zaman uyuyan, sıkıldıkları zaman şikayet eden, istemedikleri şeyler olunca bağıran ve kızan… Filtresiz bir şekilde dışarıdan gelen inputlara direk tepkiler vermekle hayatlarını devam ettiren varlıklar. Gaza basınca giden, frene basınca duran bir araba gibi. Hayattan çoğumuzun ne beklediğine dair haberi yok. Olmamasının sebebi bunun hakkında düşünmemek veya düşünmeye itilmemek. Genelde çevremiz belirler ne olmak istediğimizi… bir de zevklerimiz ve ilgilerimiz, ki bunlar da reaksiyoner davranışlar:

Kod yazanlar çok popüler, havalı felan da konuşuyorlar, sen de havalı olmalısın, canın istiyor, güzel bir şey, kek yemek gibi zevk veren bir şey… o zaman? O zaman yazılım mühendisliği okumalıyım. Doktorlar çok para kazanıyorlar, doktor olmak istiyorum.

Reaksiyoner olmak kötü ya da iyi, bunun kararı sizin. Ama akla her gelen hayale vizyon demek zor. Olsa olsa heves olur. Vizyon olması için önce bir sorunun cevabı olması lazım. Bu bazen zor, bazen kolay. Vizyonun neyi hedeflediğine bakar. Mesela, iş yerinde sorun yaşıyorsunuz. Mutlu değilsiniz. Önce şu soruyu sormak lazım, ne bekliyordum ve ne buldum. İş yerinde işimde başarılı olmak adına nasıl bir yerde çalışmak istediğime dair vizyonum nedir? Mesela şöyle bir vizyon ile başlayabilirsiniz: Kendimi geliştirecek teknolojiler kullanabildiğim, piyasada beni değerli kılacak yenilikleri öğrendiğim, değerli iş arkadaşlıkları edinebileceğim, belli bir kültür üzerine kurulmuş, insanlara açık ve anlaşılır bir direktif sunan ve bunları yaparken de basitliği ve anlaşılır olmayı hedefleyen işleyişler kullanan bir ortamda çalışmak istiyorum. Buna biraz daha ekleme yapalım: Emeğimin hakkını aldığım, kaliteli işe değer veren bir ortamda insanca çalışmak istiyorum. Bu vizyona sahip olunca eksikliğini gördüğünüz şeyleri daha iyi tanımlayabilecek ve sorunlarınızı paylaşırken nelerin değişmesini arzuladığınızı anlatabileceksiniz. Yoksa canım sıkılıyor, mutlu değilim, işimi yapamıyorum der ama devamını getirmede sorun yaşarsınız.

Vizyon yoksa, neyi kaybettiğinizi, neyi kazandığınızı, ve bir şeylerin değişmesi için hangi soruları sormanız gerektiğini bilemezsiniz. Çok basit: varmak istediğiniz adresi bilmiyorsanız, doğru yolda olduğunuzu nasıl bilirsiniz?

Aile hayatınızdan ne bekliyorsunuz? Huzurlu ve eşimle birbirimize destek olduğumuz, hayatın yükünü paylaştığımız bir hayat. Peki mutlu değilsen, eve gelmek istemiyorsan, ne beklediğini bilmediğin bir evliliği nasıl çözmeyi düşünüyorsun? Eğer biliyorsan, o zaman neden huzurlu değilim sorusunu sorabilirsin. Bu seni huzurlu olmak için ne yapmak lazım sorusuna götürür. Eşimle anlaşmam ve kavga etmemem lazım. Peki neden kavga ediyoruz sorusunu sorduğun an, kendine nasıl kavga etmeyiz sorusunu da sorarsın. Soruyu devamlı tersten de sorun, çok farklı cevaplar alabilirsiniz. Birbirimizi daha iyi dinlersek, sorunlarımızı daha iyi anlarsak, ikimizden birisinin morali bozuk olduğunda birimiz diğerine yardım eli uzatırsa, vs. şeklinde cevaplar kafanızda belirmeye başlar.

Hedefsiz bir aklın düşünmesini beklemeyin. Akıl şöför değil arabadır. Hedef aklın şöförüdür. Yola çıkmak için gaz pedalının olması yetmez, birisinin ona basması lazım. Hedefinizi vizyonunuz koyar.

Her zaman vizyon 1 yıllık, 10 yıllık, 100 yıllık planlar demek değildir. Bazen bir günlük şeyler de onun içine girer. Bugün çok kitap okuyacağım demek bir vizyon değildir. O bir stratejidir. Bugün dünden daha bilgili ve tecrübeli olacağım, bugün şu konu hakkında çok daha şey bileceğim, bugün şu sorunu daha iyi anlayıp gelecekte karşıma çıktığında daha hazırlıklı olacağım gibi şeyler daha doğru vizyonlardır. Tabi bazen bir vizyon, başka bir vizyonun stratejisi olabilir. Her neyse…

Çözüm odaklı olmak ifadesini sadece çözümü konuşmak olarak anlayanlar var. Çözüm odaklı olmak için çözüme götürecek doğru soru ile başlamak lazım. Aksi halde yanlış soru üzerine bulduğun cevap ile çözüm değil sorunu büyütmüş olursun. Bir doktorun mide ağrısı çeken hastasına sırtında ağrı var mı sorusunu sormaması, onun pankreas kanserinden vefat etmesine neden olabilir. Doğru soru hayat kurtarır. Ama bazen çözüme o kadar çok odaklanıyor ki insanlar, ne pahasına olursa olsun cevap bulmaya çalışıyorlar oturup sorunu daha doğru anlamadan. Doğru vizyon doğru soruları sordurabilir. Kullanıcılarımızın sorunlarını basit ve kendisini açıkça anlatan bir proje ile çözmek istiyoruz… Neden? Çünkü içinde bulduğumuz sektör her ay değişiyor ve insanların döküman okumaya ve yeni şeyler öğrenmeye vakti yok. Güzel. Tartışılan soru ise: şu yazı alanlarını şuraya mı yoksa buraya mı koysak? Sektör devamlı değişiyor mu? Evet… Peki bu alanları kim ne kadar kullanıyor? Kullancılarımızın %1 civarı. Peki bir ay sonra değişecek ve kullancılarımızın sadece %1in kullandığı bir kaç alan için 3 gün toplantı yapmaya UX, Product, ve Mühendislik takımının bu kadar zamanını almaya gerek var mı?…

Doğru vizyon alışagelmiş düşünceleri ve inanışları temelden sorgulatır. İnsanların sevdiği geleneksel tadları sunuyoruz… Yenilik yok. Bilinen şeyleri sunup duruyorlar. Bilinen şeyleri daha hızlı sunacak biri karşısında yok olacaklar. İnsanların sevdiği geleneksel tadları yeniden tanımlıyoruz. İnsanlar ne seviyor: Çikolata. Sade mi? Evet. Başka bir şey sevmiyorlar mı? Bilmiyoruz, bu sorunun cevabına dair bir araştırma yok. Neden yok? Çikolata satışları süreklilik arz ediyor. Bilinen bir lezzeti kullanmak daha kârlı. O zaman bir değişiklik yapalım ve içine fındık ezmesi koyalım. Bir süre sonra herkes: Ekmeğe sürüklen çikolata deyince akla, hemen onun adı gelir: Nutella nutella nutella. Hamdi bey, Nutella yapmış, herkes alıyor. Biz de şokomellaya acilen fındık koyalım… Geçti Bolunun pazarı…

Daha yazacaktım, ama gerisini düşünmek size kalsın. Gece 2:45 AM de bu kadar oldu. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere…